Ana içeriğe atla

Tartışmalı Bir Şiir Üzerine Kısa Bir İnceleme

İbrahim Alaattin Gövsa (1889-1949) ismine ilk defa Bütün Dünya dergisinin Kasım 2020 sayısında denk geldim. Alıntılanan şiiri pek beğendiğim için internetten kısa bir araştırma yaptım. Öğrendim ki çok yönlü bir insanmış Gövsa. Hem siyasetçi hem eğitimci hem şair hem de yazar. Daha çok ansiklopedi ve sözlük çalışmalarına ağırlık vermiş. Çocuk şiirleri konusunda da öncü bir isim. Birçok kitabı bulunmakta. Akıl Fikir Yayınları tarafından yayımlanan yapıtlarından ikisini edindim kendisini daha iyi tanıyabilmek için. Bu yazıda öncelikle Gövsa'nın kaleme aldığı "Ata'mızı Tavaf" başlıklı şiiri alıntılayıp altına kendi düşüncelerimi ifade edeceğim:

"Bir milletin melalini [derdini, üzüntüsünü] söyler derin derin / Derya, önünde çırpınarak Dolmabahçe'nin. // Gönlümde eski hatıralar, eyledim tavaf, / Artık o doğmuyor diye muzlimdi [karanlıktı] her taraf. // Çamlar hüzünlü, yollara düşmüş söğüt, çınar, / Yaprak döküp huzura kapanmıştı sonbahar. // Mermerli methalin [girişin] ona layık vakarı boş. / Heyhat [ne yazık], o muhteşem kapının intizarı [bekleyişi] boş. // Sessiz nöbetçiler de heyula [korkunç hayal] dolaşmada, / Her yerde bir kederli muamma dolaşmada. // Susmuş bütün saray, nefes almaz o izdiham, / Son uykusunda tek rahat etsin deyip Ata'm. // Son uykusunda öyle mi bir devir uyandıran, / Bir ırka can veren Atatürk adlı kahraman? // Düşsün olur mu toprağa göçmüş cihan gibi, / Sönsün o mavi gözleri bir asuman [gök] gibi. // Sussun o mavera [öte] konuşan madenî seda, / Dursun olur mu hilkate [fıtrata] bir fahr [şeref] olan zekâ? // Sözler ki çağlayıp köpüren bir pınar gibi, / Hisler ki şahlanıp atılan dalgalar gibi. // Atiye [geleceğe], hâle, geçmişe her anda bir temas. / Bin türlü ihtisas [duygu] ile bin türlü ihtiras. // Milyonla halkı cezp ile mihrak [odak] olan zekâ, / İfradı [taşkınlığı], hadesi, vecdi [coşkunluğu], tezadile [Tezadıyla?] bir deha... // Bir meşaleydi neşesi her bezme [içki meclisi] nur olur, / Bir harikaydı benliği bir mülkü doldurur. // Cismiyle pek güzeldi ve ruhuyla devdi o, / Bir yıldırımdı, bir mütekâsif [yoğunlaşmış, koyulaşmış] alevdi o. // Eyvah o varlığın bize kalmış fesanesi [efsanesi], / Yastıkta bir ışık yele, aslan nişanesi. // Karşımda servilik ve gurubun vuran alı, / Göklerde şimdi Çankaya'nın şanlı kartalı. // Ey nam alan, zafer yaratan, inkılap açan, / Ey yol veren hükümleri tarihe bir zaman, // Ey eski kahramanları, geçmiş asırların! / Gazi'ye ihtiram [saygı] ile kalkın ve toplanın. // Saf bağlayıp selama durun hep! Odur gelen. / Türk ırkının muhabbeti üstünde yükselen. // Ölmez evet gönüllere heykel kuran Ata'm, / Lakin nedir içimdeki payansız [sonsuz] inhidam [çöküş]?"

Birinci not: Yukarıda okuduğunuz şiire 2010'dan beri takip ettiğim Bütün Dünya dergisinin Kasım 2020 sayısında rastladım. Şiiri çok beğendiğim için paylaşıyorum. Şiir 11 Kasım 1938'de Cumhuriyet ve Ulus gazetelerinde yayımlanmış. Bunu Altan Öymen'in bir yazısından çıkardım. Bir paylaşımda şiirin altına 10 Kasım 1949 tarihi düşülmüş. Şair Gövsa 29 Ekim 1949'da vefat ettiğine göre bu şirin ileri bir tarihte yazılması imkânsız. 

İkinci not: Bu şiirin sözlüğe gerek duyulmadan anlaşılması, idrak edilebilmesi için günümüzde pek rastlamadığımız sözcüklerin yanına köşeli parantez açarak anlamlarını yazdım. Bazı kelimeler kafama tam oturmadı. Mesela "hadesi" ve "tezadile" ifadelerini kafam almadı. Metindeki yazım ve noktalamayı günümüzde kullanılagelen biçime çevirdim. Üçüncü not: Bu şiir Atatürk'ün peygamberleştirildiğine dair bir kanıt olarak sosyal medyada Atatürk'ü hazmedemeyenler tarafından paylaşılmış. Tavaf denince akla sadece Kâbe'yi tavaf etmek gelmemeli. Tavaf sözcüğünün sözlükteki anlamlarından biri de "bir şeyin çevresini dolaşma"dır. Benim görüşüm: Bu şiirde Atatürk'ün ölümü üzerine sevdiğini canından çok seven birinin o öldükten sonra yanıp yıkılması gibi Atatürk'e karşı aşırı ve koyu bir duygu kabarmasından doğan bir ağıt kokusunun hâkimiyeti sezilmekte. Atatürk'ün Türk ulusu için ne kadar değerli olduğu ortadayken onun ölümünden hemen sonra bu duygu ağırlıklı şiirin yazılmasını normal buluyorum. Derin bir sevginin, kabına sığmayan bir sevginin kafiyeli olarak alt alta sıralanmasıyla müstesna bir eser ortaya çıkmış kanımca. Ama bu şiir kanı bozuklarca Atatürk'e tapıldığına dair örnek olarak anlaşılmaya ve yayılmaya devam edecektir. Yalan ve dedikodudan Yaradan'a sığınırım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alafranga Bir Tipin Çileden Çıkaran Maceraları

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerini okumaya devam ediyorum. Bu seferki durağım “Şık”. Gürpınar bu eseri henüz 23 yaşındayken yazar. Eseri o zamanki saygın yayıncılardan ve yazarlardan olan Ahmet Mithat Efendi’ye gönderir. Tercüman-ı Hakikat gazetesinin hem başyazarı hem de sahibi olan Ahmet Mithat Efendi, elindeki bu yarım eserin sahibini merak eder. Tanışmak için davet gönderir bu genç yazara. Tanışınca yarım kalan kısmı tamamlaması şartıyla romanı gazetede tefrika edeceğine dair söz verir. Hüseyin Rahmi geri kalan kısmı da tamamlayınca “Şık” 1888’de Tercüman-ı Hakikat’te tefrika edilmeye başlanır. Bir yıl sonra ise kitaplaşır.   Yukarıdaki bilgileri ve daha fazlasını Erkan Irmak sayesinde öğrendim. Erkan Irmak “Şık”a gayet ayrıntılı ve verimli bir hazırlıkla giriş yapmamızı sağlıyor. Aynı zamanda Irmak “Sunuş” yazısında “Şık”taki karakterleri dönemin ilgiyle okunan yazarların vücut verdiği karakterlerle de karşılaştırıp romana daha geniş bir manzaradan bakma imkânı sunuyor. “Şık

Eğitimci Olarak Schopenhauer

"Daha büyük bir derinliğe sahip insanlar tam da kendileri yaşamdan dolayı acı çektikleri, ama acının zehirli iğnesini kendilerine batıracak güce sahip olmadıkları ve kendi varoluşlarını metafizik olarak anladıkları için her zaman hayvanlara karşı merhametli olmuşlardır; hakikaketen de anlamsız bir acı çekişi görmek derin bir incinme yaratır. (...) Bir hayvan gibi yaşamak, açlığın ve arzuların kulu olmak ve buna rağmen bu yaşamın doğasına ilişkin hiçbir kavrayışa varamamak gerçekten de ağır bir cezadır ve içini kemiren bir eziyet tarafından çöllerde sürüklenen, nadiren tatmin olan ve üstelik de bunun diğer hayvanlarla girişeceği leş parçalama mücadelesi boyunca ya da mide bulandırıcı bir açgözlülük veya tıka basa doymaktan ötürü şiddetli bir acıya dönüşen bir av hayvanının kaderinden daha kötü bir kader düşünemeyiz. Daha üstün bir ödül olmaksızın yaşama böylesine körce ve çılgınca yapışmak, kişinin cezalandırıldığını ve niçin bu şekilde cezalandırıldığını hiç bilememek, bunun yerin